Ben George Yannis. Bu benim defterim. Bulanların bana ulaştırmasını rica ederim.
/Athina Zorbakinis Topluluğu

Bu günlerde sorumluğum gereği bir çok insanla konuşuyorum. Hepsinin hikayeleri var ve ben topluluğum için hepsini dinlemek ve empati kurmam gerekiyor. Ama bu bünyemde yüzlerce karakter ve anı biriktirmem anlamına geliyor. Bu sabah bir başkasının anısını kendiminmiş gibi anlattım ve bunu kendim de inanarak bilinçsizce yaptım. Bu beni biraz telaşlandırdı. Kendi anılarımı seçebilmek yetimi kaybetmemek adına yazmaya başladım.
Bugün 31 mart 2030. Dünya Çöküşü yaşanalı tam 6 yıl 8 ay oldu. 3 yıl 2 aydır Athina Zorbakinis topluluğunun Alfa’lığını sürdürmekteyim. Alfa olarak sorumluluklarım diğer topluluklara karşı topluluğumuzu temsil etmek ve analizlerimi topluluğumuza bildirmek. Yarın bu sorumluluğumu yerine getirmek üzere Odessa’ya doğru yola çıkacağım. Orada 4 ay 21 gün önce bağlantı kurduğumuz BeCb adlı toplulukla bilgi alışverişi ve şehrin analizini yapmam gerekmekte. Yolculuğumun gemiyle 7 gün sür-eceğini tahmin ediyorum. Güzergahımızın üzerinde olan İstanbul’a yolculuğumun ikinci gününde uğramak niyetindeyim. Belki orada bağlantılar kurabilirim.
Bugün 2 Nisan 2030. Topluğumuzun imkanlarıyla yaptığımız Hellios adlı gemimizi sabah erken saatlerde Karaköy’e yanaştırdık. Günün ağırmasıyla seçebildiğim manzara irkilmeme sebep oldu. O ki, Dünya Çöküşü’ne kadar 30 milyon insanı barındıran mega şehir sanki bir tanrının cansız bedeniydi ve uzun yıllar kaderine terk edimişti. Avrupa’nın alanında en büyük, en yüksek, en kapasiteli binalarıyla ün yapmış şehir şimdi kül rengi yıkık duvarlarıyla Avrupa’nın en vasıfsız harabelerini barındırıyordu. Bu halini daha çok sevdiğimi itiraf etmeliyim.
Gemimizden yarı çözünmüş betona adım atmak için etrafta biraz hareket görene kadar bekleme kararı aldım. Bu kararım, güneşin en tepeye ulaşmasına kadar geçerliliğini korudu ve sabırsızlığıma yenik düştüm. Öğlen vaktine kadar tek görebildiğim hareket martılara, kedilere ve çürümüş yosunların etrafındaki sineklere aitti. Aslına bakarsan bir tane benim gibi boğazda akıntıyla beraber ilerliyordu. Dürbünümle gemiye baktığımda ise tek görebildiğim başı boş bir dümen olmuştu bu nedenle fazla değer vermedim. Nasıl olurda böyle bir şehirde tek bir insan bile olmuyordu.
Gemimizden adımımı içi nemden küflenmiş belki yüz yıllık yaşamı olmuş binanın kırık camlarının üstüne attım. Daha binanın diğer cephesini arkama almadan Galata Kulesi’nin yaşlı suratını gördüm. Hepinizi ben gömücem diyen bir ihitiyardan farkı yoktu gerçi nitekim sözünün eriydide.
Hareketsizlik beni hep tedirgin etmiştir. Bana hep çöküş gününü hatırlatır. O gün de böyle bir sessizlik vardı. En azından herkesin ne yaptığını biliyordum o zaman. Faket bu şehrin hareketsiz olması fizik yasalarına karşı gelmek gibiydi, hayaliydi ve şüphe uyandırıyordu. Gemimizi kontrol etmek için arkama döndüm. Gemimiz yerindeydi. Güneşimi kesen kulede yerindeydi. Çıktığım binanın çatısını ortalayan bu kuleyi gecenin karanlığında kestirememiş olmalıyım.

Daha iyi bir görüntü elde etmek için kuleye çıktım.
Bugün 2 Nisan. Dün çıktığım kuleden, yıkık köprünün ötesinde, duvarlarının kırmızı kiremitlerinin arasından otlar fışkıran, eskininde eskisi bir hanın tek odalık yüksekliğinde yanıp sönen parlamalar gördüm, oraya varmak için aceleyle binadan ayrılırken defterimi kulede bırakmışım. Bu nedenle dünkü gelişmeleri bugün yazıyorum. Not: Eşyalarım konusunda daha dikkatli olmalıyım.
Kuleli binadan çıkıp sola döndüm ve koşmaya başladım. Binanın sonrasında gördüğüm meydansı boşluğa sadece bir kaç saniye bakabilmiştim. O bir kaç saniye bile hedefime gidene kadar beynimi oyalamaya yetti. Gördüğüm alanda kaldırımların bir kısmı çökmüştü aralarından toprak gözüküyordu. Asıl ilginç olan ise plastik sakslarıdaki ağaçlardı. Bir kaçı nemli toprağa ulaşamadan geçen yaz kuruyup gitmiş, geri kalanlar ise son baharlarını yaşamaktaydı. Gerçi bir tanesi plastiği kökleriyle kırmış, toprağa değmesine ramak kalmıştı. İçimden tezahurat düşünürken, bakımsızlıktan paslanmış tramvay raylarını üstünden, camı kırık içi yanlız otel lobilerinin ve devrilmiş torna tezgahlarının arasından geçip hana vardım.
Hanın kemerlerinin devamındaki kapı sınırlarında kırlangıç yuvaları, altında ise üzerinde bir süre yaşandığı belli olan karton kutuların parçaları bulunuyordu. Hedefimle aramda sadece kubbesi yarım caminin merdivenleri kalmıştı. Durup başımı kaldırdığımda oluşan ses tahminimi doğruladı. Orada biri vardı.

Fikirleniz neler?