Yaklaşan 31 Mart 2019 Yerel seçimleri, siyasal rejimin değiştiği ‘’merkezileşme ve otoriterleşme’’ politikaları çerçevesinde yerel yönetimler alanında da yapısal değişikliklilerin planlandığı ekonomik krizle birlikte toplumsal, sosyal kriz koşullarında gerçekleşecektir.
Olağan üstü hal koşullarında gerçekleştirilen Anayasa değişikliğinin 24 Haziran seçimlerinden sonra yürürlüğe girmesi ile ‘’ Otokratik rejim’’ fiilen devreye girmiş ve algı yönetimi ile halka benimsetilmeye çalışılmaktadır.
Yerel Yönetimlerin Merkezi hükümet tarafından devre dışı bırakıldığı, yargı bağımsızlığının yok edildiği, Üniversitelerin bilimsel özerkliğinin ortadan kaldırıldığı, toplumsal muhalefete ve meslek kuruluşlarına baskıların arttığı bu ortamda yaklaşan ekonomik kriz yaşam koşullarını giderek ağırlaştırmaktadır.
Otokratik rejimin hakim kılındığı bir dönemde yapılacak olan yerel yönetim seçimleri, toplumsal muhalefetin ilk sınavıdır. Bu yüzden 31 Mart 2019 Yerel seçimleri Türkiyenin geleceği için önemlidir.
Kapitalizmin tüm dünyada kendisini yeniden yapılandırdığı küreselleşme ve neo-liberal değişim döneminde, sermaye odaklı ve finans merkezli ekonomik yapılanma Kentsel alanları sermaye üretim aracı olarak belirlemiştir.
Ülkemizde de yeni yapılanma dinamiklerine uygun olarak kentsel rantı kamu yararı önceliğinin yerine koyan merkezi ve yerel yönetim politikaları egemen olmuştur.
Onaltı yıldır devam eden siyasal iktidar, var olan kentsel düzen içinde egemen sermaye sınıfları ile işbirliği yoluyla ekonomik sürekliliği sağlamaya odaklanmış, tüm kentsel ve kırsal alanda yapılaşmanın önünü açacak yasal düzenlemeler getirmiştir. Onun içindir ki sermaye grupları mevcut iktidarın adaylarını destekleyici demeçler vermektedir.
Geçmiş merkezi ve yerel iktidarlarcada plansız yapılaşmaya göz yumulan bu alanlar, semayenin yeni yatırım alanları olarak önem kazanmıştır. Bir kısmı kent merkezlerinde olan bu alanlar, el koyma yoluyla kent toprakları üzerinden emlak rantı sağlanmasının kaynağı olacaktır. Nitekim kamusal alan niteliğindeki pek çok yer, yeşil alan satışa çıkarılmış yada satılmıştır.
Sermaye birikiminin kent toprakları üzerinden , el koyma ve sınırların yeniden belirlenmesi yolu ile yürütüldüğü bu dönemde, yeni siyasal rejimin gerekliliklerine uygun olarak yerel yönetimlerin özerk yapılarıda değiştirilmiştir.
2012 Yılında çıkarılan 6360 sayılı yasa ile Büyük şehir sayısı artırılmış, bu yerleşmelerde il Özel İdareleri ortadan kaldırılarak bu birimlerin sorumlulukları belediyelere verilmiştir. Ayrıca Tüzel kişiliği olan köy muhtarlıkları da kaldırılarak Köyler mahalleye dönüşmüş, köylüler ortak mallarını ve meralarını kaybetmişlerdir.
Anayasanın 127. Maddesine aykırı olan bu düzenlemeler, siyasi iktidarın tüm illerde merkezi idareye bağlı bir yönetim anlayışını uygulamasının önünü açmaktadır.
Kentler ve kırsal alanlar, tabiat varlıklarını koruma alanları, ormanlar, kıyılar, milli parklar, doğal sit alanları, meralar, yaylalar, kışlaklar, taşıdıkları doğal ve kültürel değerlerle birlikte hızla, yıkımın ve plansız yatırımların şantiyesi haline gelmiştir.
Çok sayıda yapı üretilmesi baskısıyla kentlerimiz bu süreçte deprem ve diğer afetler karşısında güvencesiz hale gelmiştir.
Ne kentlerimizde nede kırsal alanlarda bütüncül bir yaklaşımla afet riskini azaltmayı, gelecek nesillere sağlıklı ve yaşanabilir bir yapılı çevre bırakmayı hedefleyecek hiçbir gerçekçi proje üretilmemiştir.
İktidar tarafından korunan ve herbiri kent ve çevre suçu olan büyük rant tesislerinin yasallaştırılmasının yanısıra oy kaygısı ile imar barışı adı altında çıkarılan imar affı ile yurttaşların can ve mal güvenliği tehlikeye atılmış ve kaçak yapılaşma yeniden teşvik edilmiştir.
Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle özerk yapıları güvence altına alınan yerel yönetimler ve meslek kuruluşları üzerinde kurulan baskılar, işlevsizleştirmeye yetki kısıtlaması gibi düzenlemeler her geçen gün bir adım daha ileri taşınarak ‘’özerk ve demokratik’’ yapılar yok sayılmakta, idari ve mali yapıları değiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu anlayış doğrultusunda yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri eliyle, Belediyelerin bütçelerine el konularak kurumlar işlevsizleştirilmiştir.
Yapılı çevrenin: Sağlıklı ve kamu yararını gözeten politikalar çerçevesinde üretilmesi, korunması ve kullanılması, kamu yönetiminin, merkezi ve yerel yönetimlerin, meslek kuruluşlarının ve mensuplarının ve tüm kesimlerin ülke adına ortak sorumluluğudur.
Bu tespit ve değerlendirmelerin ışığında; Kentlerin yeniden üretici niteliğinin öne çıkarıldığı, bir kültürel üretim alanı olarak kimlikli ,yaşanabilir bir niteliğe kavuşması, yerel yönetimlerin bu temel anlayışa uygun bir şekilde organize olmaları demokratikleşmeleri gerektiğine inanıyoruz.
Yapılı ve doğal çevrenin tahribatının, kaynakların acımasızca tüketilmesinin olumsuz etkilerine ancak; Ülkemizin ve yaşadığımız kentin sahip olduğu doğal, çevresel kaynakların korunması ve uzun vadeli çevre politikaları oluşturularak bu kaynakların tüm yurttaşlarca eşit oranda kullanılmasının sağlanabilmesi yoluyla karşı koymanın mümkün olduğunu vurguluyoruz.
Bu bağlamda demokratik işleyişin ve adaletin sağlanmasının toplumsal talep haline geldiği koşullarda eşitliğe dayalı, temel hak ve özgürlüklere saygılı bir ülke hedefi ile; özerk yerel yönetimlerin etkinliğinin artırılması için bütün ilgili kesimler birlik ve dayanışma içinde olmalıdır.
MİMAR ALİ ÖZERK 2 Haziran 2019